Hanı vardır ya Nazım’ın ‘Küvet Hikâyesi”, benimde var bir
küvet hikâyem.
Kaç günün yorgunluğu uykusuzluğu, bugün işte ki sıkıntı
derken eve gelirken plan yaptım. Girer girmez beni arayabilecek herkesi aradım.
Telefonu kapatacaktım. Boyun yastığımı, kokulu mumlarımı, şöminem olmasa da
özenip aldığım o uzun şömine kibritlerimi hazırladım. Kahvemi koyuca hzrıladım, aromalı krema ekleyip, üstüne krema sıktım büyük mugun kapağını örtmeden, Kokulu sabun, renkli
kokulu köpükler, yer havlusunu, yeni aldığım Dan BROWN kitabını da aldım. En az
2 saat dinlenecektim. Tüm yorgunluğum gidecekti. Belki uyuyakalacaktım mum
ışığında, bir baktım müzik eksik hemen mp3 ü buldum pilini kontrol ettim. Tamam
dedim her şey hazır benim için. Küveti doldura bilirim dedim. Duşa kabini açınca bir anda bayılacak gibi
oldum. Sanki dünya başıma yıkıldı.
https://www.youtube.com/watch?v=f82e5A_6xxQ
2 haftadır küvette yün yıkadığımı unutmuştum bu yorgunlukla.
Büyük kentte dere nerde tokaç nerde? Çocukluğumda kadın tutardı annem, tokaç
yaptırılırdı. Tüm gün güneş altında o ağır kocaman tokaç vurulup yün yıkanırdı,
kurutulup günlerde tek tek diderdik. Her ne kadar alerjiden dolayı yün yastık
kullanmasam da yıkamam gerekliydi. Küvete yünü atıp ıslayıp, makine deterjanı
ile yıkayıp, 3 gün iş dönüşü tekrar yıkayıp, çiğnedikten sonra otomatik makine da
durulayıp sıkıp balkona atıyordum. Ama hafta sonunu hastane de geçirdiğim için
ben küvette kalan yünü tamamen unutmuştum. Tüm ümitlerim suya düştü.
Yok nerde bende o talih, bünye alışık değil dinlenmeye keyf
etmeye. Tüm keyfim kaçtı.
Keyifle okudum :) Resimlerde çok güzel süslemiş, dinlenememişsin ama yüzümüz de tebessümü oluşturdun. Kalemine sağlık
YanıtlaSil