30 Mayıs 2012 Çarşamba

Kokusunu Keşfettiğim Yabancıya

     



Çalış derler ayak, bağlı el bağlı
Konuş derler, dudak bağlı, dil bağlı
Kalk git derler, kapı bağlı, yol bağlı
Kalmak istiyorsun bırakmıyorlar

     Sen yokken yazıyorum sana. Yüzüne doğrudan diyemediklerimi arkandan gönderiyorum. Bazen deniz kenarından bir poyrazla, bazen iğde kokularında bazen de bir çocuğun yayamaz (yaramaz) gülüşünde… Sen uyurken göğsünden kaldırıp başımı “Uyuyor musun?” deyip emin olunca uyuduğuna yüzüne bakarak anlatmak yüreğimdekini. Dilimin ucuna gelip de “acaba ne der?” yuttuklarımı, bazen bir gözyaşı bazen mutlulukla haykırmak istediklerimi diyeceğim sana…

    Sekiz ay bitti senle geçen. Senden öncesi ne yapıyordum diyorsun. Senden önce yaşayan ölüydüm. Her şeyim sen değilsin, hiç bir şeyimsin ama ne çoksun. Seninle beraber tekrar gülmeyi öğrendim, ağlamamayı, her dakika dürüst olmayı. Hani bir söz var ya “ Sensizde yaşarım ama seninle bir başka yaşarım” diye. Sensiz yaşanıyor ama bir ruh gibi.

     Çok şey değildi beklediğim en çok belki seni bir an uzaktan görmekti. Hayaldi yakınında olmak. Ben kokunu keşfettim. Taş sandığım kalbinin attığını duydum. Tenine dokundum en güzeli başımı göğsüne koydum. Uzaktan görmek hayal iken seni, şimdi kokunu keşfetmek düşüncesi. 2 haftadır rüyada gibiyim. Sen gerçek miydin? Seni beklerken niye bilmem heyecandan liseli çocuklara dönmüştüm. Figen’i arayıp

-Figen elim ayağım tutmuyor, ellerimi nereye koyacağımı bilmiyorum” dediğimde,
- Yan yana demişti. Telefon omzumla kulağımın arasında ellerimi yan yana getirdim.
- Tamam, da hangi yana koyayım, havada kaldılar? Deyince
-Sol tarafına dedi.
-Allah’ ım solum neresi orasını hatırlamıyorum heyecandan deyince, Figen’de kahkahayı basmıştı.
-Derin nefes al, onun kokusu sakinleştirir seni, sen onla güldün, gülmeyi onla yeniden öğrendin. O bu gün kılavuz olacaktır. Demişti.

    Zaten belki erken gelirsin diye yarım saat erken gittiğim yerde, trafik nedeniyle yarım saatte sen geç kalınca bir saat bekledim. İnsanlara baktım seni beklerken. Telaşlara, konuşmalara kulak misafiri oldum bazen istemeden, herkesin heyecanı kendine güzeldi. Ama biliyordum en güzel bekleyiş benimdi…

     Hani eskiden kahramanları anlatırlarmış, 2 metre boyunda, bir vuruşta elli kişiyi yıkan, konuştuğu zaman gök gürlemesi sandığın, yürüdüğü zaman yerin sallandığı ama bakarmışsın anlatılan kişi başka karşında ki kişi bambaşka. Nasıldın? Sorsa biri “kim O, nasıl biri?” diye seni nasıl anlatmalı biri sorsa “hiçim çoğum doğru yanım, pusulam gülen tarafım canım” diyorum. Bazen nefesim oluyorsun seni nasıl anlatırım kokunu, gözlerini, gülen yüzünü, tenini, ellerini, göğsünü içimde kalan keşke mi? 7 seride yazdım seni 8 de gördüm dokundum bir yazı yeter mi seni anlatmaya seni yasamayana nasıl anlatırım senle gecen zamanı mecnun''un Leyla’ya olan aşkını duyan devrin padişahı Leyla’yı çağırtır ama gördüğünde beğenmez. Dillere destan aşkın kahramanı zayıf, kara kuru bir kızdır. Mecnun’a bunu ima ettiğinde ondan şu cevabı alır;"efendim siz ona bir de benim gözümle bakın."

    Sende 2 metre boyunda mıydın? Hatırlar mısın sesini ilk duyduğumda telefonda şaşırmıştım. Kimle konuşuyorum diye. O kadar kalın, gür olgun… Bir anda 35 li yaşlarda bir delikanlı gibi çıktın.1-2 günlük kirli sakalınla karşıma. Ne yapacaktım uzaktan merhaba mı, bir el sıkma mı, yoooo ben öyle değildim. İçimden ne geçiyorsa o. Yanaklarımdan öpünce geri çekilip tekrar boynuna sarıldım. Bir anda kokunu içime çektim. Ankara’ da bahar mıydı, senin kokun mu sıcaklığın mı? Kızılay’ da iki kişi vardı. Ben uzun süre kimseyi görmedim senden başka. Sözleştiğimiz o büfeye nerden gittik, ne konuştuk, ne yedik desen hatırlamam. Bir bildiğim gülüşün, gözlerinin parlaması, birde 1 Mayıs nedeniyle yorulmadan sokakta halay çeken gençlerdi. Ankara, Sakarya caddesi boşalmıştı.

     Seninle geçen 5,5 saat miydi, 5,5 dakikamı? O kadar az şey var ki hatırladığım sanki senle yaşanılan zaman hayaldi. Seni ilk görüşüm, tavla oynayışımız, karşılıklı kahve içişimiz, Güven parkta senle sohbet. Hep dedim kendime sen gerçek miydin? Senden istediğim çok şey değil ki. Seni senden istemiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Senle geçen zamanın tadını çıkarayım bırak. Sana zarar vermeden, ben kendimde seni yaşayayım. Sana demem beni sev, yüreğinde yer ver. Bilirim ne seversin, ne yerin var kimseye. Ama bırak ben yaşayayım senle olan zamanı.

-Dudaklarım yanağına değdiğinde içimden kopanlarımı, içimdekini dersem kızarsın. Sustum tuttum kendimi tuttum desem sana yasaklar artacak. Seni ilk gördüğümde kalbimin kafesten çıkmaya çalışan yabani bir kuş gibi çarpması mı, dudaklarım yanağına değdiğinde içimden kopanlarımı, atan kalbini hissettiğimde, sol yanımda atanın senin kalbin mi benim kalbim mi olduğunu anlamadığımı

-Sefere çıkan şövalye, ya da Bizans a dalan Alperen heyecanında Kızıldeniz i bölen uhrevi silkinişle ya da çarmıha sürüklenen İsa ıstırabında " o bizim için acı çekti" demenin mana derinliğinde yüzmek

-Ya Kokusunu Bilmediğim Yabancı ne derdi? Onun kalbi yok diyeceğim ama atıyordu. Başımı kaldırıp yüzüne bakınca eliyle bastırdığında omzuna doğru başımı yat diye, ne geldi aklına yaşanmamış bir günü bir daha hatırlamayacağı zamanı O nasıl yaşadı?

-Kendine çok yakın bulmakla mesafeyi korumak arası bir duygu elbette ama arşive atacak iktidardan mahzundu

-Oda duydu mu acaba benim koku mu cafede kolunun içine kafamı koyduğumda nefesim kesildiğinde O ne hissetti? Kızar mı acaba çeker mi kolunu derken orada yatmak, gençlerin sohbet sesleri arasında onla sohbet ederken O kolunu çekmek istedi mi?
-Anaç tavuğun kanatları altına saklanan civciv misali
-Korumak mı istedi, sarmak mı, ya da kırmamak mı beni? Eli elime değdiğinde, sıktım bir an elini evet gerçekti. Teni, eli, sıcaklığı, sarıldığımda nefesim nasıl kesildiyse o anda öleceğimi düşündüm. Dedim ya “nerden hangi yoldan, nasıl gittik” desen güven parka bilmiyorum
-Beklemediğim hamleydi, bilmem anlatılmaz. heyecan tavan yaptı, ne diyeyim taze delikanlı gibi
İkinci kerede görsen fark etmezdi ki. Sadece ben miydim heyecanlanan diye düşündüm. Ama en güzeli başımı kaldırdığımda başımı göğsüne bastırmandı. Vaktim olsaydı kalırdım sanırım sabaha kadar öylece. Oraya varılan yol neresiydi, nerden götürdün beni, saat kaçtı hatırlamıyorum. Elin sıcacıktı aksam elini tuttuğumda Gima''nın orada idik bir tek bu kalmış bende o anla ilgili. Sonrası Güven Parkta idik. Arada elin var tenin sıcacık. Yol geçit yoktu. Sanki uçarak gittik. Bir tenin sıcaklığı siler mi insan hafızasını bu kadar? Liseli kızlar olur ya uzaktan bakıştığı gencin eli eline değince, dünya durur. Uzaktan görmeye razı iken ne çok yaşattın. Bir yemek derken. İstesen giderdin yemekten sonra. Sanki fala meraklıymışsın gibi kahve fincanın da geleceğini dinledin. Cıktı mı acaba dediklerim? Ne dedim sana hatırlamıyorum bile. Bir tek gülen gözlerin yüzün vardı, bir de dışarı attığın zarlar tavla oynarken. Ya bir daha ki buluşmada bu sefer kalbim dışarı çıkarsa heyecandan. Bu sefer sana gelen yolları bulamazsam. Dudağım boynuna değdi mi göğsünde yatarken, dudaklarımda kalan tat onun tadı mı yoksa hayal mi? Elim göğsünde dolaştı mı, elim eline değdiğinde ne hale geldiği mi. Nereye neden? Nar Çiçeğinin farkı neydi senin için? Belki ömür boyu görmeyeceğin birine bir yemek ısmarlama derken birlikte gecen zaman yaşanmamış 5,5 saat. Acaba sende ne kaldı benden sonra, benle ilgili?
Sana soruyorum ilk görüşte boynuna sarıldıktan sonrasını. Ben mi aptal gibiydim sadece? Heyecandan yemeği yiyemedim sana bakmak varken yemeğe başımı gömmek zaman israfıydı belki de. O kahve ne konuştuk orada cay, tavla, kahve, fal ama arada bir tek gözlerinin elası ve gülüşün kaldı bende. Kaç kaç kazandım tavlayı seni nasıl yendim bilmiyorum. ya sonrası direk cafeye mı gittik, arada nerdeydik Ankara o kadar mı bostu, tüm binalar caddeler gözünde kaybolmuştu, tüm sesler senin konuşmandı, tüm kokular tenin. Kafede senle yer değiştirmek isterken nasıl oldu bilmiyorum. İstesem senden belki itiraz edecektin ama kolunun içine başımı koydum. Aslında arkadaki gençlere öyle özendim ki istediklerini yapıyorlardı. Aslında ben istediğimden çoğunu almıştım senleydim sarılmıştım, yemek yemiştik, yanındaydım ve kolunun içindeydi. Başım tenim tenine direk değmese de boynumun koluna dokunması bile bir an senle beni tek beden gibi hissettirmişti. İnsan bazen mutlu olmak için çok şey istememeli. Göğsünde uyumak, elini tutmak, koluna girmek, kolunun altına basını koymak, gözüne bakmak, sarılıp tenini koklamak, öpmek, uzaktan görmek. Ne beklemiştim ne çok vermiştin. Bıraktın bir kere olsun kendini. Ben elimi koyacak yer bulamazken, sağım solumu bilmezken, çocuk gibi teninin kokusu ile sarhoş olmuşken ya sen nasıldın? Ya tenin tenime değseydi, dudağın boynuma derim yanar mıydı acaba yâda içimde organlarım kavrulur muydu dudaklarından gelen ateşten?

       Senden bir şey beklemeden istemeden teninin sıcaklığını hissetmeyle bile böyle mutlu olmak. Ya senle yaşanmamış bir Ankara gecesinde olsaydık? Sabaha kadar sokaklarda el ele. Simdi Mecnunu anlıyorum. Onun niye Mecnun olduğunu. Leyla olmak önemli değil, önemli olan Mecnun olabilmek sanırım. Hiç bir karşılık istemeden bir gülüş için canını verebilmek, gereken cansa seni yaşatmak için canı feda edebilmek, mutlu olacaksan huzurlu kalacaksan, mideye acıdan kramplar girse de, uzak kalabilmek. Nefesinin kesilmesi üzüntüden ama mutluluk dileyebilmek. Tek bir adım atmanı beklemeden geri gitmemenden mutlu olabilmek. Bu devrin mecnunu olabilmek belki de. Hayatta 10 adım yürümezken tembellikten saatlerce yürümek. Senle özgürce şarkı mırıldanmak o gün neydi dudağımda mırıldandığım öyle rahattım ki yanında. Sesim kötü de olsa içimden ne geliyorsa onu yaptım. Sarıldım kokladım elini tuttum, göğsünde yattım bir tek keşkem kaldı içimde. Sakın düşünme seni seviyorum bir şey bekliyorum senden. Bilirim seni kendimle toplasam da çarpsam da bölsem de bana kalan hep sıfır senden elimde kalan. Senle geçen yaşanmamış iki gün olacak inşallah 13 ay sonra bir hatıra bırakacaksın bana kendinden belki bır gömlek, belki çakmağın, belki tespihin yâda alnına koyacağın bir veda busesi ama bırak yasayayım. 21. yy ın mecnunu olayım. Senle geçecek bir gecenin hayalini çok görme bana hayallerime barı engel olma. Gülen gözlerini esirgeme.

      Yaşanılacak şeyler kaldı Ankara’da senle. Sinemaya gitmedik, türkü barda beraber türkü söylemedik, dans etmedik, Dikmen Vadisinde yürümedik. Sen sağ huzurlu olacaksın. Kendine iyi bakacak ve koruyacaksın. Verdiğin sözü tutmak için. Hiç yaşanmamış, hatırlanması bile hayal olan bir gün sözünü yaşatmak için.

Mevlana sorar Şems''e: Neden ben?
Şems: Ben kul arıyordum, gördüm ki herkes Allahlık peşinde, seni Allah''a aşık kul olarak gördüm de ondan.

     Sen benim Kocatepe’mdin Ankara’nın her noktasından gördüğüm, içinde hep hayır barındıran belki de son gönderdiğin resmini gördüğümde kadim Ankara kalesinde seni kalenin gölgesinde olan zar zor gördüğüm Hacı Bayram Veli nin sadık müridi kırk lokma/kırk hırka misali... Çözemedim ben seni Kırk odalı konağına yüreğine giremedim. Tam araladım darken bir kapıyı yüzüme çarptın kapıları. Sakarya/Yüksel/Güvenpark üçgeninde, şifrelerin kilitli kalmış Hacı bayram sandukasında yamalı bohça gizeminde çözmeye çalıştım Ankara yı, seni kırk odalı konağını, Diyorum ya sana doğru yanımsın diye, sende öğrendim birçok şeyi yeniden, hatırladım yaşadım. sende gördüğüm hoşgörüyü, (Yaradılanı hoş gördünüz yaradandan ötürü) farklı çizgilere duyduğun engin saygının özü, tıpkı senin tüm Semavi dinlere kucak açman, araştırman okuman ve saygı duyman ama hiçbir zaman yargılamaman Hacı Bayram_ı Veli’nin yanı başında bulunan yarı yıkılmış, putperestlikten kalma mermer mabedi yıktırmaması; Tanrının evi olan bu mabedi koruyup kollaması, hoş görüsü dinlere saygısı gibi. Kaç kişi var şimdi Allah aşkı ile yanıp küle dönen, daha çocukken yolda yürürken karınca ezmeyeyim diye yere bakıp ta yürüyen,“Bilmek, Bulmak, Olmak” yada “Hamdım, piştim, yandım ! Elhamdulillah” felsefesi ile yaşayan?. Sana merakım ilgim bundan meğerse burada yatarmış..."Eyvallah senden gelen başım gözüm üstüne"

Aşka merakım ezelden Sen güzel bir bahaneydin
Mahrum değildim güzelden Ben sende sevmeyi sevdim
Sevenimden zerresini Esirgediğim sevgimi
Sana sundum gani gani Ben sende sevgiyi sevdim
Bir daha sevemiyorum Bahane bulamıyorum
Kendimi kandırıyorum aslında Ben sende Yaradanı sevdim
Sevdayı besleyen hasret Haddi aşar olur külfet
Sabrı mahduttur nihayet Ben sana ermeyi sevdim 


YORUMLAR


Ziya 
(29.08.2012) 

Okudukça satırları,bir girdaba dönüştü sözcükler çekip aldı içine.Bir nefeste okuduğumda,gözlerimden yanaklarıma ve oradan klavyeye düşen gözyaşlarını gördüm.Bunca kirlenmişlik içinde;kaya çatlağı arsına sıkışmış torağa tutunup çevreye kokusunu ve rengini bir kır çiçeği tadında bir yazı.Yüreğinize sağlık Ekin Su... 
Halis Ayhanlı 
(07.06.2012) 

Bazı yazılar efsunkar oluyorlar, büyülüyorlar. Ekin Hanımın bir kısım yazıları bu türsen yazılar... Bazı yazılar, içlerinde bizlerden birer parça bulunduruyorlar, bazıları ise bizi kendilerinin bir tiryakisi yapıyorlar. Ekin Hanımın bazı yaızları da bu türden kıymetli yazılar... Bazı yazılar da Paul Eluard'ın şair için söylediği "İlham alan değil, ilham veren" türden yazıalr oluyor... Ekin Hanımın yazılarına yapılan yorumlara bakınca, bu sözü hatırlamamak olmaz diyorum...
Ekin Hanım, diğer yazılarında da olduğu gibi somut dünyanın imgeleri, olguları ve nesnelerini bir başka gözle yorumluyor. Bakıyorsunuz, somut mu somut bir gerçeklik dünyası -Hele ki bu yazıda gerçekliği taşlaşmış bir idari kent olan Ankara var- hükmünü icra ederken bir anda başka soyut veya mistik dünyalara uçuveriyorsunuz.
Dileyelim ki, Ekin Hanım hep yazsın, biz de hep uçalım efendim...

fatma altay 
(07.06.2012) 

SESSİZLİĞİMİN SESİ yüreğine sağlık.
Çalış derler ayak, bağlı el bağlı
Konuş derler, dudak bağlı, dil bağlı
Kalk git derler, kapı bağlı, yol bağlı
Kalmak istiyorsun bırakmıyorlar.... tebrik ediyorum sizi hayatınızda mutluluklar bırakmasız peşinizi..... 

Macide Elverdi Olgun 
(02.06.2012) 

Duygular bu kadar mı güzel anlatılır kardesim sevdigiyle yada sevdikleriyle insan zamanı unuturmuş ya tam da öyle iste...Ben erkek olsaydım böyle sevilmek ve...kadın olarak ta sevgimi böyle ifade edebilmek isterdim eline gönlüne saglık.Dilerim Allah'tan bu yürek hep mutlu olsun,bu yüreğin sahibi hep gülsün... 
yabancı 
(01.06.2012) 

Çok sevdiğini sanırsın;
Bazen haklı çıkarsın,
Bazen de aldanırsın.

Sevmek nedir, aşk nedir, az nedir çok nedir. Doğru mudur, yanlış mıdır, dolu mudur boş mudur? Bugün iyi olan yarında aynı mıdır, hoş mudur? Değer mi değmez mi?

Bazen düşünür yürek; bir basit insan olsam, kırda koyunlarla konuşsam. Derdimi ağaçlara anlatsam. Tek halden anlasam, bir de şükredenlerden olsam. Bazen de bütün dünyayı versen doymaz olur.

Hasreti vuslatla sonlandırmanız güzel olmuş. İnşallah tamamına da erer. Ve siz de yazı maceranızı başka mecralarda sürdürür, bizi o güzel cümlelerinizden mahrum bırakmazsınız.

Bu aşamada söyleyecek çok söz yok. Sadece ben de dervişin dediği şu güzel dizeleri tekrar ederim;

Leyla sevmek hoştur amma
Mecnun olmak başkadır başka
Şarap içmek hoştur amma
Ayık olmak başkadır başka.

Yare varmak hoştur amma
Yaren olmak başkadır başka
Ateş olmak hoştur amma
Yanık olmak başkadır başka

Talip olmak hoştur amma
Dengin bulmak başkadır başka
Aşık olmak hoştur amma
Sadik olmak başkadır başka


Haklı çıkmanız dileği ve de temennisiyle!

rüya 
(31.05.2012) 

eline kalemine sağlık 
soner erden 
(31.05.2012) 

Hepimiz aslında güzel bir bahaneyiz sevmek için.Biliyoruz ki hayatımız sevince aşık olunca bir başka güzel olacak fakat aşklarda her zaman bir eksik taraf çıkıyor ve bize haddimizi bildiriyor.Yinede sevmek için cesaretimiz kalıyor bir yerlerde ,aşkın ve sevgilinin kokusunu hissetmede eksikliğimiz var bunu sizin güzelliğinizde ve edebi lezzetinizde buluyoruz.sevginin zerresini esirgemediğin ''kokusunu keşfettiğin Yabancı'' acı cektirsede sana, hiç bir güzelikten mahrum bırakmayacak güzel bir sevgiliyi keşfetmiş durumda bence.esirgemediğin sevgin bence sevgilinin kokusundan çok daha kutsaldır.her sevgili sevigilisine sevmeyi öğretmesi dileiğimle ,saygılar sunuyorum.
hakan zorlu 
(31.05.2012) 

Ve nihayet vuslata ermenin tatlı dem'indesiniz ne mutlu size !...İçilen onca sabır şerbeti, başta koruk tadındaydı akıldan çıkmasın sakın...Zifiri karanlıkta, yalçın kayalıkları kendine taht yapan sıra dağları aşmış gibi bir coşkunuz var besbelli...Zirvede ne beklerdiniz, ne umdunuz?...Ama yazılan ifadelerden çıkan netice odur ki; az'la yetineyim derken, çok'unu kucaklamanın sarhoşluğuna garkolmuşsunuz tebrikler...Sizi sorgulama makamında değilim bugün, ancak sevincinizi paylaşabilirsem mutlu addederim kendimi...Her kelimede bir "tebessüm", her paragrafta bir "kahkaha" gizli/görüyorum...Hayat sermayesi, bize verilen tek "hak", başka deyişle tek "şans"...Hoşgörülecek isyanlardan sıyrılıp, dost kıvamında / sevgi yumağında çığ gibi büyüyen hissiyatınızı takdirle karşılıyorum...Sevince / neşeye çullanıp, derdi kederi ıskalamak "kader"iniz olsun temennisiyle, selamlarımı arz-ı endâm ederim Ekin Hanım, hoşçakalın / mutlu kalın ...***** 
Neşet KA 
(30.05.2012) 



Deniz kızı,
Hani "su çatlağını bulur" diye güzel özdeyişimiz misali suların kendi mecraasında aktığı gibisin.Sen Bozok yaylasında şırıl şırıl küçük bir deresin.Görünen oki senin yolun sonu ummana.Banada övünmek düşer okyanusun bir damlası bizden diye.Mavi renğin haberi olsun şimdiden benden demesi. 

Neşet KA 
(30.05.2012) 

Geçtiğimiz Hıdırellez(fukara bayramı)yazdığım şiirle merhaba.

" HIDIRELLEZ

Adı Deniz olanın tamamı
Kızı-oğlanı güzeller güzeli ve kafa denği
Hepsi birer nar çiçeği
Alayı umut renği.

Unutmam seni ey acı
Yağlı sicim
Yapraksız yemişsiz bizi yiyen darağacı.

Dün gibi duruyor içimde giden dostların hasreti, acısı,sancısı
O günden bu yana bilki ey acı
Her Hıdırellez
Farketmez
Heryer bana serez çarşısı."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder